Beyaz gömlek üçgen kravatımı çıkarıp, özel günler harcinde kullanmamak üzere gardıroba yerleştirirdim. Ertesi gün, tüm belediye çalışanlarını toplayıp; yüksek telden, kararlı bir sesle ilk talimatımı verirdim: “Hepimizin tek görevi; ayırım gözetmeden tüm halkımıza hizmettir. Bu değişmeyen tek amacımızdır. Belediyede her çalışanı bu amaca göre değerlendireceğim.” Demekle kalmaz; çalışma arkadaşlarımı bu mantıkla, bu ilkeleri benimseyenler arasından seçer; sadece seçmekle kalmaz, onların yukarıdaki ilkelere göre çalışıp/çalışmadıklarını denetler, buna göre değerlendirirdim. Bu mantığa uymayanlarla vakit geçirmeden YOLLARIMI AYIRIRDIM.
Sonra; “başkanlık yetkilerimi” yeteneklerine göre yardımcılarıma paylaştırır, her birisine kendi alanında “BAŞKAN YETKİSİNE” sahip olduklarını ancak; bu yetkilerini hak, hukuk gözeterek; tarafsız bir şekilde kullanmalarını” döne döne tembih ederdim. Sadece tembihle de kalmaz, çalışmalarını iş ve işlemlerini bu mantıkla izler, değerlendirirdim. Bu ilkeye uymayanlarla vakit geçirmeden YOLLARIMI AYIRIRDIM.
Peşine yasaklarımı koyardım:“BUNDAN BÖYLE BAŞKAN YOK” demek yasak!
Herkes kendi alanında başkan yetkisine sahip olup, bu yetkisini kararlıca kullanacaktır. “BU GÜN GİT YARIN GEL” demek de yasak. Hem de yasak oğlu yasak… Ben olsam da olmasam da belediye hizmetleri aksamadan bir saat gibi “tıkır, tıkır işlemeliydi. Belediyecilik mevzuatı ne diyorsa o işlem savsaklamadan yapılmalıydı …
Yetmedi. Ben belediye başkanı olsaydım; görevime başlamadan önce ve her yılın ilk Ocak ayında SERVETİMİ açıklardım. Sadece kendim değil, yakın çalışma arkadaşlarımın da aynı şeyleri yapmasını sağlardım. Şeffaflık, dürüstlük önce belediye başkanından başlamalı değil mi? Yoksa çalışanlarımızdan dürüst olmalarını nasıl bekleyebiliriz?
Günümün önemli kısmını sokakta geçirirdim. Esnafla, çalışanla, sporcuyla, öğrenciyle, memurla, gençlerle, kadınlarla diyalog kurar; toplumun tüm kesimlerinin belediyemle, kentimle ilgili görüş ve önerilerini alırdım. İlk ağızdan aldığım talepleri çalışma arkadaşlarımla (ilgili kurullarda) tartışır, değerlendirir, mümkün olanları amaçlarımızın arasına katar, gerçekleşmesi yönünde çaba sarf ederdim.
Beyaz gömlek, kravattan sonra ikinci eylem olarak; varsa lüks makam aracımı satar, yerli bir otomobil alır, HALK gibi yaşamayı alışkanlığa dönüştürür, yaşam biçimimi bu doğrultuda değiştirmeye çalışırdım. Yakın yerlere otomobil kullanmadan yürüyerek gider, halkla buluşmanın, halka yakın olmanın avantajlarını kullanmış olurdum. Halktan bir fedakarlık bekleniyorsa, bu önce başkandan başlamalı değimli?
Yetmedi, belediyenin giriş kapısının görünen yerine: “DİLEKLER KUTUSU” koyardım. Ama bu kutunun tek anahtarı; o da bende olurdu. Her gün o kutuyu bizzat açar, halkımın dilek ve temennilerini, beklentilerini, şikayetlerini tespit eder, yetkili kurullarımda ilgililerle tartışır; gereğini yapar, mutlaka dilek sahibine döner ilgilendiğimi belirtir, konuya hakkında bizzat bilgi verirdim.
Belediye harcamalarının yapılmasında, DÜRÜSTLÜK, ŞEFFAFLIK ve HESAP VERİLEBİLİRLİK ilkelerini mutlaka hayata geçirir; adam kayırma, yolsuzluk ve usulsüzlüğe karşı önlemlerimi noksansız alır; bir taraftan da belediye iş ve işlemlerini şeffaflaştırırdım. ÖRNEĞİN; Belli tutarın üzerindeki harcamaların kaliteden ödün vermeden EN DÜŞÜK MALİYETLE yapılmasını sağlayacak önlemleri alır; artırma – eksilme ihalelerini halkın izlemesini mümkün kılardım. AYRICA; belediyenin har ay ya da üç aya ilişkin gelir- gider kalemlerinin ayrıntısını İNTERNET SİTESİNDE yayımlatırdım. Belediyede işlerin tarafsız, dürüst ve uygun fiyatla yapıldığının halk tarafından kontrolünün yapılmasına imkan sağlardım. Belediyeye vergi verenlerin, bu paralarının nerede nasıl kullanıldığını bilme haklarına saygı göstermeliydim.
Belediyecilikte en temel sorun KAYNAKTIR. Yani “GELİR”. Belediyelerde giderlerin (harcamaların) çok; gelirlerin yetersiz olması yaygın ve yapısal bir sorundur. Bir takım hizmetlerin yerine getirilememesinin temelinde de bu gerçek var. Genel bütçeden belediyelere ayrılan payın yetersizliği bilinmektedir.
Bu nedenle; belediyedeki tüm iş ve işlemleri yardımcılarıma paylaştırdıktan “BAŞKAN YOK” demeği de yasakladıktan sonra; artık ceketimi alıp belediye hizmetleri için KAYNAK BULMAK üzere düşerdim yollara, yollara…
Yurtiçinden- yurtdışından; resmi ya da özel kurumlardan; Avrupa Birliği Fonundan, Dünya Bankasından, “yardım- hibe”, Sponsorluk, olmadı ödeyebileceğim düzeyde düşük faizli kredi temin etmenin yol ve yöntemini arar, bulurdum. Çünkü; seçim döneminde verdiğim sözlerim, taahhütlerim vardı. Yoksa bu vaatlerim, sözlerim beni takip ederdi… “Kaynağım yok, ne yapabilirim ki” diye yumuşak koltuğumda oturmazdım. Öyle ki; belediyeye geldiğimde koltuğumun beni “ÖZLEMİŞ” olmasına fırsat vermeliydim…
Hükümet benim partimden ya da başka partiden olsun, mutlaka diyalog kurar; İlçe’min temel sorunlarımı, zorunlu hizmetlerini anlatır, KAYNAK taleplerimi belirtir, konunun sürekli takipçisi olurdum. Bu konuda farklı partilerin, sivil toplum kuruluşlarının da destek ve katkılarını alırdım. “Tek elin nesi var – iki elin sesi var” demiştik ya!
Kentin altyapısı, üstyapısı, sokakları, TEMİZLİĞİ, İMARI- İNŞAATI, kanalizasyonu, suyu, havası kısacası; tüm kent yaşamı BANA EMANETTİ; benim kontrol ve denetimim altındaydı. Bunun böyle olduğunu kent halkı yaşayarak inanmalı, emanetinin güvenilir ellerde olduğunun rahat ve huzurunu hissetmeliydi.
İşte tüm bunları yapabilecek; birikim, çevre, kadro ve kaynağa sahip olmadığım için Ne Aksu’da ne de başka bir yerde belediye başkanlığına aday olmadım. Olmayı da hiç düşünmüyorum. Ama; ben Aksu’da böyle bir belediye başkanı görmek istiyorum. Çünkü; Aksu’muzun sorunları çok, üstelik de birikmiş.
Elbette Aksu sevgisi olmadan tüm bu saydıklarım yapılmaz, yapılamaz. Peki, kim Aksu’yu daha çok seviyor? Umarım KENDİ için değil; KENTİ için çalışacak bir başkan seçmişsinizdir ?
Seçilmiş başkan ve kadrosuna başarılar diliyorum…
Kalın Sağlıcakla…
YORUMLAR